orhan veli kanık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
orhan veli kanık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Nisan 2018 Cuma

13 Nisan - Değil

Bilmem ki nasıl anlatsam;
Nasıl, nasıl, size derdimi!
Bir dert ki yürekler acısı,
Bir dert ki düşman başına.
Gönül yarası desem...
Değil!
Ekmek parası desem...
Değil!
Bir dert ki...

Dayanılır şey değil.



Nasıl unuturum ki. Unutmuş gibi göründüm bugün belki ama, şu hayatta aldığım nefesleri bir nebze olsun anlamlı kılan, çekilir kılan, benden çok önce uçup gitmiş de olsa da,...Kaleminin ucundan dökülenler o kadar fazla şey ifade ederken.

13 Nisan 2017 Perşembe

13 nisan - Baharın İlk Sabahları

Tüyden hafif olurum böyle sabahlar;
Karşı damda bir güneş parçası,
İçimdeki kuş cıvıltıları, şarkılar;
Bağıra çağıra düşerim yollara;
Döner döner durur başım havalarda.

Sanırım ki günler hep güzel gidecek;
Her sabah böyle bahar;
Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum.
Derim ki: "Sıkıntılar duradursun!"
Şairliğimle yetinir,
Avunurum.


Yine mi gelmiş bir 13 nisan..

13 Nisan 2016 Çarşamba

13 nisan - Giderayak

Handan, hamamdan geçtik,
Gün ışığındaki hissemize razıydık;
Saadetinden geçtik,
Ümidine razıydık;
Hiçbirini bulamadık;
Kendimize hüzünler icadettik,
Avunamadık;
Yoksa biz...
Biz bu dünyadan değil miydik?

Tabiki unutmadım, sadece eve ancak geldim. Selam olsun Veli'ye, bir garip'e.

13 Nisan 2015 Pazartesi

2 Eylül 2014 Salı

Ve bir kızıllık içinde gün batarken/ Vakti kalmamıştır artık insanın/ Çıldırmak ve kafiye aramak için.


Dün tamamen kafamı dağıtmak üzere bilinçsizce girmiştim d&r'a. Alt rafların birinde gördüm bunları. Ben elime alıp, dokunmaya kıyamazken öylece alt raflara koyuvermişlerdi. Bilmiyorum kapakları herşeyi anlatıyor mu size ama benim için, dünyalara değerler.
[Garip ile ilgili SabirFikir'den bir yazı, bu sabah okudum ben de.]

14 Kasım 2012 Çarşamba

14 kasım - macera


Küçüktüm, küçücüktüm,
Oltayı attım denize;
Bir üşüşüverdi balıklar,
Denizi gördüm.

Bir uçurtma yaptım, telli duvaklı;
Kuyruğu ebemkuşağı renginde;
Bir salıverdim gökyüzüne;
Gökyüzünü gördüm.

Büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım;
Para kazanmak gerekti;
Girdim insanların içine,
İnsanları gördüm.

Ne yardan geçerim, ne serden;
Ne denizlerden, ne gökyüzünden ama...
Bırakmıyor son gördüğüm,
Bırakmıyor geçim derdi.

Oymuş, diyorum, zavallı şairin
Görüp göreceği.

30 Haziran 2012 Cumartesi

Orhan Veli'den hikayeler : Hoşgör Köftecisi

Her zamanki dikkatsizliğim ve salaklığım olmasaydı belki de daha uzun yıllar en sevdiğim, tek sevdiğim şair diye gezinip durduğum Orhan Veli'nin hikayelerinden bihaber olacaktım.
Geçenlerde iş yerinde bir törene katılmam gerekti. Gelen yazıya şöyle bir göz geçirip, dikkat etmeden okudum. "Yok artık etek ceket takım mı giymem gerekiyor daha neler" diyerek kalktım başından. E akıllı, bir doğru düzgün okusana senin için geçerli değil ki o. Neyse o akşam gittim eve, çok yorgunum, ertesi akşam çıkar bakarız bir takım buluruz dedim (tabiki evde önceden etek ceketim yoktu, daha neler). Ertesi gün oldu, annem aradı, öğle arasında Kızılay'dan bir şeyler bakalım dedi. Bir koşu çıktım iş yerinden, vakit az, otobüs bulacağım da gideceğim. Şans işte işten tanıdığım bir kadınla karşılaştım, bir yere gidiyordu arabasıyla gel seni de otobüs durağına bırakayım dedi. Arabaya bindiğimizdeyse "hadi neyse ben de Kızılay'a gitmiş olurum, seni götüreyim" dedi. Vardığımda tabiki annemden önce ulaşmış oldum, şu göbeğe yeni açılan avmde bir şeyler atıştırayım diye oturdum. Yemeğimin bitmesine yakın bir anne ve ufak oğlu masama oturabilmek için izin istedi. Koca masada tek başına olunca doğal olarak tabi dedim. Sonra çok oturmadan kalktım, annem gelene kadar birkaç yere bakayım diye çıktım. Baktım da, ama annem hala gelmemişti. Arayıp hangi taraftan geleceğini söyleyince tam karşıya geçeceği ışığın oraya gidip bekleyeyim dedim. Arkamda yıllar yıllar önce kapısında sabahın köründe Harry Potter kitabı beklediğim Yapı Kredi Yayınları duruyordu. İçeri girmekten hep çekinmişimdir orada, niye bilmiyorum, belki duruşu belki halinden. Gene sadece vitrine bakarken onu gördüm. Orhan Veli. Hoşgör Köftecisi. Öykü. Nasıl ya diye koşturdum içeri. O kadar deli görünüyor olmalıydım ki rafları düzelten, koliden kitap çıkaran elemanlar tuhaf tuhaf baktı, ben de az önce suç işlemişim de çaktırmamaya çalışıyormuşum gibi yan yan ilerledim. Sonunda elime geçirdiğim incecik kitapla kasanın önünde durdum. İndirim vardı hem de, 2 mi 3 mü liraya ne aldım kitabı. Ah bir de o Ara Güler kitabını alabileydim, nasıl içim gitti ama olsun.
Kitaptaki öyküler 1947-1950 arasında Tanin dergisinde yayınlanmış. Hoşgör Köftecisi, Kan, Baharın Ettikleri, Öğleden Sonra, İşsizlik, Denize Doğru Orhan Veli'nin öyküleri. Yaşasın Aşk ise William Saroyan'dan bir çevirisi. En sonunda da Bahadır Dülger'in 1947'de Tasvir'de yayınlanan Orhan Veli'yle öykü formatında yazdığı röportajı var. Ben kitaba resmen kuytu bir köşede hazine bulmuşum gibi davrandım açıkçası. Her bir öyküde biraz daha fazla anladım Orhan Veli'yi, yaşadığı dönemin Türkiye'sini, yıllar geçse de değişmeyen şeyleri. Okuyanların çok güzel düşünceleri var kitaba dair, benim gibi. Milliyet.com.tr'de Nilüfer Veldet "Ne kadar genç diyorum. Bu kadar güzel yazan ve iyi duygulara sahip olan bir insan böyle de erken gider mi kardeşim? Bencillik mi? Evet belki de bencillik. Biraz daha bizim köyde dursaydı da, şu 'Hoşgör Köftecisi' gibi hikaye kitapları olsaydı, iyi olmaz mıydı?" diye yazmış. Tersine Yarışan Atlar blogunda Meriç Güleç öykülerdeki Sait Faik etkisinden bahsetmiş, "Öykülerinde, büyük yazar Sait Faik'in etkileri yadsınamaz elbette. O yıllarda kalem sallayıp da Sait Faik'ten etkilenmemek ne mümkün? Bir anlamda birbirlerinin tersi gibidirler Orhan Veli'yle; Sait Faik'in de onca öykülerinin sonuna iliştirilen bir avuç şiiri vardır. Cânım Sait Faik de topu topu 47 sene yaşayabilecekti." demiş. Radikal'de ise Sennur Sezer "Eğer güzel bir dünyada yaşamak istiyorsanız böyle insanların bulunduğu yerlere gitmenizi öğütlüyor size Orhan Veli Kanık. Bu semtleri aramayın. Şimdilik Orhan Veli’nin öyküleriyle yetineceksiniz. İstanbul ’un biten kıyılarında boyaları atmış, tahtalarının macunları gevşemiş bir balıkçı kayığı bulamazsınız ki balık yasağında balıkçılarla birlikte içki içesiniz. ( Hem şimdilerde öyle açıkta içki içmek pek kolay da değil. Sahil, sandalları kaydıracak üstü renk renk sandallarla dolu çekekler, felekler/filenklerle dolu olsa bile ne fayda...)" yazmış, istesek de Orhan Veli havasını sadece artık öykülerde bulabileceğimizi söyleyerek.
Benim için kaderdi kitapla tanışmak, öyle diyorum ben artık. Bazı şeyleri görmemiz, bazı kitapları okumamız gerekiyordur belki de. O yazıyı yanlış anlamamış olsam o gün alışverişe gitmeyecektim örneğin. Ya da o kadın gel seni bırakayım diye yolunu değiştirmeseydi annemden erken varmayacaktım Kızılay'a. Oğluyla gelen kadın masama oturmasaydı daha çabuk kalkmayacaktım yemekten ve gidip dolaşmayacaktım oralarda. Hepsi bir şey içindi belki. Kendi uyuşuk aklımla varlığından uzun süre haberim olmayacak o kitabı işaret etti bana zorla kader belki de.
Belki de şairin işi, derdidir hala bir şeyler anlatmak çabası.

14 Nisan 2012 Cumartesi

Orhan Veli'nin "Kendi Sesinden Şiirler"

Yapı Kredi Yayınları şubat ayında çok güzel bir şey yaptı. Orhan Veli'nin kızkardeşi Füruzan Yolyapan'ın önce küçük ağabeyi Adnan Veli'ye ondan da Orhan Boran'a geçen ses kayıtlarını mükemmel bir baskıyla hem kitap hem de bir cd şeklinde bastı. Orhan Veli'nin kendi sesinden 22 şiirinin yer aldığı bu ses kayıtları öylesine güzel bir şey ki...Kaleminden çıkan kelimeleri, cümleleri sesiyle hayat buluyor; her bir noktasının virgülünün değerini verişine şahit oluyorsunuz, her bir dize gerçek anlamıyla kucaklaşıyor adeta. Ve Orhan Veli'yle bir kez daha tanışıyoruz böylece, dizelerinin hayalimizde oluşturduğu o adam resmine sesi katılıyor, ete kemiğe bürünüyor yetmiş küsür yıl öncesinden gelip tam önümüzde.
Bir de sonunda bir Karagöz Hacivat oynatışı var ki.
"Pek fena olmadı değil mi?"

13 Nisan 2012 Cuma

13 nisan - Anlatamıyorum

Daha dün gibi hatırlıyorum o birkaç dizeyi görüşümü.
"Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?"
10 yaşındaydım. Evde sıkılmışken yine, her zamanki gibi açmış ders çalışıyordum (evet, öyle bir çocuktum. Sıkılınca ders çalışır, ansiklopediler okur, altlarını çizer, resimleri işaretlerdim.). Dilbilgisi kitabının içinde kaybolmuştum. Ona rastladım. O anlamsız yok şu uyumu, bu düşmesi, o göçmesi, şu kaynaşması durumlarına verilen örneklerin arasında, bembeyaz kağıdın orta yerinde öylece duruyordu kelimeler. 10 yaşındaydım ve ele geçirilmiştim. O hiçbir şey görmemiş, hiçbir kötülük, üzüntü yaşamamış beynimi delicesine etkilemişti her bir kelimesi. Sebepsizdi, bir anlıktı, rastlantıydı. Kaderdi belki. Kader miydi?
O ilk andan itibaren peşine düştüm kelimelerin, cümlelerin. Onları böylesine bir araya getiren, böylesine duygular hisseden adamın peşine. İnternet yoktu o zaman, google yoktu, facebook yoktu, cep telefonu yoktu. Her geçen sene birazcık daha elde ettim, yavaş yavaş, adım adım öğrendim ilerisini. "Ağlasam sesimi duyar mısınız"dan "Anlatamıyorum"a giden yol, yıllarımı aldı. Şiirin tamamını ilk kez okuduğumda hissettiklerimin tarifi yoktu. Belki de vardı, ama onu da Orhan Veli söylemişti belki.
Böyle tanıştım ben Orhan Veli'yle. Hiç tanışmadığım ama hep tanıdığım o "garip"le. Şiir bilmezken, şiir anlamazken öğrendim ondan "şiir"i. Hep hikaye insanıydım bir yerde, hala hoşlanmam o kadar şiirden. O yüzden ikiye ayırırım ben hep yazılanları, Hikayeler ve Orhan Veli diye.
98  yıl oldu o bu dünyaya düşeli. Bir de o çukura düşmeyeydi.

Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epiyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Giderayak

Handan, hamamdan geçtik,
Gün ışığındaki hissemize razıydık;
Saadetinden geçtik,
Ümidine razıydık;
Hiçbirini bulamadık;
Kendimize hüzünler icadettik,
Avunamadık;
Yoksa biz...
Biz bu dünyadan değil miydik?

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...