michelle williams etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
michelle williams etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Eylül 2011 Pazartesi

Dawson's Creek Güzellemesi

Senelerden...Cnbc-e'nin Kanal E olduğu senelerden biriydi. Çocukluğum bir akşamüstünde gene, elime kumandayı almış, televizyonun karşısına geçmiştim. Malum kanalda bir sahneyi yakaladım, daha doğrusu o beni yakaladı. Bir nehir kıyısındaki iskelenin kenarına oturup, ayaklarını suya doğru sallandırmış iki genç insan. Kız olan önce erkeği terslerken, sonra başını onun omzuna koyuyor ve erkek de kolunu, ağlayan kızın omzuna atıp, güven veren tesellisine devam ediyor. Hayır, o kadar da etkileyici bir sahne falan değildi. Benim tepkim daha çok "ben bu çocuğu nerden tanıyorum ki" şeklinde bir beyin içi taramasıydı. Tabi o zamanlar bu izlediği-oyuncuları-ev-ahalisinden-kabul-etme saçmalığım henüz yeni gelişmeye başlıyordu. Sahne bittiğinde neyseki benim düşünme sürecim de tamamlanmıştı. Gördüğüm erkek insan, o yıllarda daha yeni izlediğim "Mighty Ducks" serisinin çocuk oyuncularından Joshua Jackson'dı. Filmi izlerken Charlie Conway karakteriyle herhalde baya ilgilenmiş olmalıydım ki o tek bir sahnede tanıyıp, durdurmamı sağlamıştı beynim görüntüyü.
Kanal E'deki Dawson's Creek izleyebilme serüvenim tabiki çok sağlıklı değildi. Liseye gittiğim dönemde artık yerleşmiş bir Cnbc-E vardı ve DC'nin de son sezonunu baya bir güvenle yayınlamıştı. Gene de o izleme de benim için pek yolunda gitti sayılmaz. Üniversite yıllarıma ulaştığımda aklımda bölük pörçük ama güzel anılarla, vurucu sahnelerle, bitmek bilmez felsefik diyaloglarla dolu bir DC vardı. Burda da yayınlanan diziler yavaş yavaş sezonlar halinde dvdlerde yayınlanmaya başlamıştı o senelerde. Güvenip, bekledim bir süre. Ama DC'yi kimsenin hatırlamadığını üstüne üstlük yeni neslin onun açtığı yolda başka başka dizilere doğru yol almış olduğunu anlamam uzun sürmedi. Araştırmalara giriştim. Youtube'da bölümler halinde düzenlemiş insanlar vardı (sağolsunlar, bir süre ordan izlemiş olabilirim). Ama yükleme işi hala biraz zordu. Sonunda alışveriş sitesinde (sanırım idefix'ti yanlış hatırlamıyorsam) 4 bölümün, birinci ve ikinci sezonların en popüler ikişer bölümünün, toplandığı bir dvd bulabildim. Koskoca DC'ye dair koskoca nette satın alabilmek için bulabildiğim tek şey bu dvdydi. "The Scare, Beauty Contest, The Kiss, His Leading Lady" den oluşan dvdyi sayısız kez döndürmem yeterli olmayacaktı tabi. Ardından gelen birkaç sene içinde, azimli bir çabayla 6 sezonu da indirip, izleyebildim.
Şimdi büyük ihtimalle nedir bu Dawson's Creek diyorsunuz. Haklısınız. Çoğu kişinin sevebileceği bir dizi değildi. Çoğu dizi izleyicisinin tercih edeceği de bir dizi olmayabilirdi. Ama henüz bu Lost, Smallville, One Tree Hill, Gilmore Girls gibi dizilerin olmadığı bir dönemde çıkmıştı ortaya Dawson's Creek. "Teenage Drama"nın çok da fazla temsilcisi yokken ortada, Kevin Williamson oldukça cesur bir işe kalkışmıştı. Bir saat boyunca 4-5 tane ufak sahil kasabası gencinin birbirleri arasındaki inandırıcı olamayacak derecede bilgece ve son sürat konuşmalarının, okul-aile dertlerinin, seks ve diğer ergen problemlerinin neredeyse Jane Austenvari bir ahlakçılık çerçevesinde anlatıldığı, sıfır aksiyonlu, bol dramalı bir diziyi kim izlerdi ki?
Ama öyle olmadı. Yayınlandığı dönemde DC, milyonlarca izleyiciye ulaştı. Milyonlarca genç-çocuk onunla büyüdü. Liseye yeni başlayan Dawson, Joey, Pacey ve Jen ile birlikte seneler geçirip, sonunda üniversiteye adım attı ve hayallerine kavuşmanın ne demek olduğunu izledi.
Benim de ilk gözağrılarımdan biridir DC ve -dalga geçebilirsiniz ama- ondan öğrendiğim pek çok şey vardır, aynen izlemeye layık bulduğum diğer tüm dizilerde olduğu gibi. One Tree Hill'in her birisi bir şarkı ismine sahip bölümlerinden önce DC'nin sahnelerinde çalan müzikleri dinledim ben. Bazen kafamı dağıtmak için bölümlerine sarıldım, bazen de kafamdaki karışıklığı gidermek için diyaloglarına sığındım. Yaşlarından başlarından büyük laflar etti hep karakterler ya da Dallasvari ilişkileri saçmaydı belki ama her gencin büyürken ihtiyacı olan o gençlik dizisi boşluğunu da tam olarak böyle işgal etmesi gerekiyordu zaten.
Peki bu 6 sezonluk hikayenin kahramanları nasıl mıydı? Onlar da şöyle:
Dawson Leery
Diziye adının veren başrol değil mi? Hemen hemen. Yani ilk başlarda yola öyle çıkmışlarsa da belli ki hikaye gelişimi olayı Joey Potter'a çevirmiş ama şu satırlarda meselemiz bu değil. Dawson dizinin düğüm noktası esasında. Herşey onun odasında başlar. Küçüklüğünden beri filmlere ve sinemaya tutkuyla bağlı olan Dawson, delicesine yönetmen olmak ister. İdolü Steven Spielberg'tür. Hayatla ilgili tüm cevaplarını bir Spielberg filminde bulabileceğini düşünür. İki katlı evlerinin üst katındaki odasının camına bir merdiven dayalıdır. Çocukluk arkadaşı Joey, 6 yaşlarında olduklarından beri o merdivenden tırmanıp, geceyi Dawson'la film izleyerek geçirir. Dawson'ın annesi yerel tv muhabiri, babası da bir anlamda boş gezenin boş kalfasıdır. En iyi dostu Pacey'dir. Birlikte videocu dükkanında çalışır, harçlık yaparlar. Dawson elinde kamerası bu iki dostuyla festivallere yollamak üzere habire film yapmaktadır. Pacey ve Joey birbirlerine sinir olan iki tiptir. Ortak noktaları Dawson olmasa birbirlerinin saçını başını yolarlar o derece. Yine bir çekim yaptıkları günün ortasında Dawson'ların evinin yanındaki evde yaşayan yaşlı hemşire Evelyn'nin torunu gelir. Jen Lindley, tam da bir girl-next-door'dur.
Joey Potter
İşte 6 sezonun her bir bölümünde azimle oynamış, erkekleri birbirine düşürmüş, dostlukları bitirmiş, olayları arapsaçına döndürmüş zavallı Josephine. İsmi gibi, Little Women'ın Josephine'nine benzer. Uzun, sıska, kumral ve erkek fatma halinin altında, en iyi dostu Dawson'a gizli ama saf bir aşk besler Joey. Annesi uzun yıllar önce kanserden ölmüş, babası uyuşturucu satıcılığından hapse girmiş, bir siyahiden evlilik dışı hamile kalmış ablası Bessie ile Dawson'ların ve diğerlerinin yaşadığı nehir tarafının karşısında eski, tek katlı bir evde yaşar fakir ama gururlu Joey. Dersleri süperdir, okulda tam bir örnek öğrencidir, sanat insanıdır çok güzel resim yapar, gerektiğinde çıkarıldığı sahnede pek de güzel şarkı bile söyler. Üstüne üstlük ahlak timsalidir. 15 yaşına kadar eline erkek eli bile değmemiştir. Birçok kuralı vardır zaten. Dawson'a platonik aşkı dışında nerdeyse kusuru bile yoktur. Ama Dawson onu tamamen Pacey gibi görmektedir o ayrı. Paris'e gitme hayalleri vardır. Elinden gelse orada yaşar hep. Ama bu hayatından tek çıkış yolu, okulda çok başarılı olup, burs kazanıp çok iyi bir üniversiteye gitmektir. O da temelde buna uğraşır.
Pacey Witter
Hikayenin kanka-side kick-palyoça kontenjanı Pacey'ye ayrılmıştır. Ama Joshua Jackson onu öyle bir oynar ve Kevin Williamson da öyle sözler yazar ki, Pacey gençlik dizisi tarihinin mükemmel erkek profilini oluşturur sezonlar ilerledikçe, adeta kendi hikayesinin iplerini eline alır. Zaten toplamda 6 sezonluk hikayeye bakıldığında en çok o ilerlemiştir, en çok o yaşamııştır "hayatı iliğine kemiğine kadar". En dibe de vurur yeri geldiğinde, en tepeye de çıkar. Şerif babasının, bir düzine çocuk doğurmuş annesinin, kalabalık ailesinin gözardı ettiğidir ama hep. En iyi dostu Dawson bile hep kendi problemleriyle uğraşır, Pacey'yi pek dinlemez. Grubun salağıdır o, kaybedenidir, kız peşinde koşanıdır. Ama tüm bu tanımlamaları tek tek yerle bir eder Pacey, dizinin belki de en mutlusu, dahası onu en çok hak edeni olup çıkar.
Jen Lindley
New York'taki erken yaşta dağıtmış haliyle başa çıkamayan upper-east-side ailesi tarafından büyükannesinin küçük kasabadaki evine yollanan Jennifer, sarışın bomba rolüne uygun görülmüştür. Ama o da diğer karakterler gibi, içine atıldığı kalıpları yıkmak için yaratılmıştır. Hayatı görmüş geçirmiş yaşlı bir genç olarak, iyiliği, masumiyeti yeniden keşfeder. Sarışınlığını tamamen yıkar, cheerleader prototipini öldürme çalışmalarını Peyton Sawyer gelip el atana kadar başlatıp, belli bir yere getirmiş karakterdir o. Acayip müzik bilgisi vardır, zevki müthiştir. Ateisttir, en baba cümleleri o eder dizi boyunca. Ahlak timsali olarak gösterilmeye çalışılan Joey'nin yanında inatla edepsiz damgası basılmaya çalışır üstüne ama mesela tek bir erkekle bile öpüşmediği sezonlar geçirmiştir yeri geldiğinde. Herşeyi görünüş ve önyargı olarak bize sunmaya çalışan anlayışın aksine Jen Lindley beynini ve sivri dilini kullanır.
Jack McPhee
Devrimdir. Gençlik dizisi tarihinin belki de ilk açık gayidir. Homofobik zengin babası ve psikolojik tedavi gören histerik ablası Andie ile kasabaya sonradan gelir ve grubun temel taşlarından biri olur. Önce Joey'le çıkmaya başlayan sonra da gay olduğunu anlayan Jack ile bir gencin böylesi bir durumda yaşayabileceği tüm aşamaları izleriz böylece, hissederiz, anlarız. Ve en önemlisi Jack'in hikayesi çok özenli yazılmıştır, herşey kararındadır, dengelidir. Diğerlerinden hiçbir farkı kalmaz dizi ilerlediğinde. O da kendini bulmaya çalışan bir gençtir en nihayetinde. Sadece biraz daha zor bir yoldan.
Andie McPhee
Sonradan dahil olup, iki sezondan sonra gider Andie. Ama hepp grupla olduğunu hissettiğimiz karakterlerdendir. Pacey karakterini hemen hemen yaratan kişidir. Jack'in ablasıdır ama en büyük erkek kardeşleri bir kazada ölünce anneleri delirmiş, babaları öfkeli bir insana dönüşmüş ve aileleri bir anlamda paramparça olmuştur. Zaten mükemmeliyetçi olan Andie de bu durumdan nasibini almış, okulun en zeki ama histerik öğrencisi olmuştur. Çok hassastır bünye olarak ama zehir gibi bir kafası vardır. DC'de gelişmeyen ama geliştiren karakterlerdendir.
Audrey Liddell
Ekibe pek sonra-5.sezonda- dahil olup ancak iki sezon kalabilen Audrey, DC'de görmediğimiz bir kontenjanı oluşturur: Zengin, hiperaktif ama sevgi açlığına rağmen ailesinden sadece para görebilen zavallı ihmal edilen içinde saf genç kız. Joey'nin üniversitedeki oda arkadaşıdır, dümdüz Joey Potter mantığına karşı hayatı, canlılığı, çılgınlığı temsil eder. Hikayesi daha neler neler doğurabilecekken maalesef dizi biter.
Esasında daha neler olduğunu da anlatmak istiyorum ama çok uzun yazıları kimse okumaz, değil mi? :D

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...