25 Nisan 2017 Salı

ölmeyen kraliçenin başında-->The Crown

Direkt lafa giriyorum çünkü başka nasıl anlatılır bilemedim. Hala hayatta olan, orada, Britanya adasında 1952'den beri tahtta olan, tam 13 başbakan görmüş kraliçe II.Elizabeth'in bu tahta çıktığı tarihten başlayıp, ne oldu ne bittiyse, kimle ne konuştuysa anlatan dizi yapmışlar! 600 yıl önce yaşamış VIII.Henry'nin Anne Boleyn'le - ve daha milyonlarcasıyla - oynaşmasını izlemek başka, bu başka yani. Sonuçta düşünsenize bir akşam Buckingham Sarayı'ndaki odanızda kanepenize uzanıp, televizyonu açıp, kendi hayatınızı izleyebiliyor oluyorsunuz. Ekranda bir bakıyorsunuz kocanızı oynayan oyuncuya bir şeyler fırlatan sizi oynayan oyuncuyu görüyorsunuz. Ya da kız kardeşinizin yüzünüze hönkürdüğü intikam yeminlerini izliyorsunuz. Çocukluğunuzun en kişisel, en özel anlarının canlandırılmasına tanık oluyorsunuz. Ya da bilmiyorum sonuçta 91 yaşında kadın, direkt uyukluyor da olabilir.
Yani neresinden baksanız, insan izlediği şeye şaşıp şaşıp, kalıyor. Tamam olabilir her şeyi parlatmış, cilalamış, asıl ayrıntıları göstermiyor olabilirler, ben bilemem o kadarını ama, gene de biraz fazla ortaya saçma dökme değil de ne bu? Ha benim için hiç sakıncası yok, afiyetle izliyoruz ama bu insanların bu konuda aşırı tutucu falan olması gerekmiyor muydu? İlginç. Gerçi şöyle de bakarsak, 10 bölüm boyunca hayatlarını izlettikleri insanlardan herhalde sadece ikisi hayatta şu an ve o ikisi de 90 yaşının üstünde olduğundan çok sallamıyorlar mı artık, kısmet.

Haa, asıl konu şey işte. Taht, taç. Aman efendim çok ağır bunun yükü, oy aman çok zor, ben istemez miydim sabah 9 akşam 5 mesaisi yapayım, eve geleyim çocuklarıma yemek yapayım, selvi boylu yakışıklı kocam da işinden gelsin, oturalım ona meyve soyayım serzenişleri satır aralarına serpiştirilmiş halde II.Elizabeth'in stresli maceraları. Tüm o zenginlik, gurur, bir eli yağda bir eli balda hayatın içine doğmuş olmaları onların seçimi olmadığı için acımaya çalışıyoruz zavallıcıklara. Çünkü en büyük sorun mesela sarayın şu köşesindeki sandalyeyi bu köşeye koyamamaları. Kraliyete ait yüzlerce muhteşem ev arasından bir tanesinde yaşayacakken tüh bak görüyor musun sarayda yaşamamız gerekiyor olunca çok üzülüyoruz. Sorunumuz bu. Amaaaa...işte bu görsel sanatın da sihri burada. Yazanlar öyle bir yazıyor, oyuncular öyle bir oynuyorlar ki ekrana kilitlenmiş halde izliyorsunuz. Ortada hiçbir şey yok ama gerilim fışkırıyor ekrandan, nasıl bir psikolojik savaş, nasıl bir insan ruhu analizi, apışıp kalıyorsunuz. Ne ellerinde kılıçlar var, oradan oraya savuruyorlar, ne ejderhalar ateş püskürüyor, ne de arabalar uçaktan atlıyor. Ama bir Winston Churchill izliyorsunuz mesela, sanki tam önünüzde, onunla aynı odada, tüm o havayı, düşünceleri, egoyu, çaresizliği, kibri, her şeyi gözlerinizle tecrübe ediyorsunuz. Elizabeth'i oynayan Claire Foy ile kocası Philip'i oynayan Matt Smith bir bakışıyor uzaktan uzağa, iliklerinize kadar donuyorsunuz o evliliğin tam ortasında kalmışçasına. Elizabeth'in annesi olan Elizabeth ile bir yemek masasında siz de çaresiz kalıyorsunuz, hıçkırıklarınız onunkini bastırıyor. Ben uzun zamandır böylesine mükemmel oyunculuklar izlememiştim yeminle. Böylesine temposuz görünüp, bu kadar yavaş ilerleyen, durağan havasında bir hikayede böylesine heyecan, gerilim yaşamamıştım. Tüm o giysiler, saçlar, ellerden düşmeyen sigaralar, Churchill'in purosunun dumanı, saraylar, malikaneler, ahh o eşyalar o dekorlar o arabalar ölürüm o arabalara, Londra'nın taş döşeli sokakları, İskoçya'nın rüzgarlı kıyıları...her bir sahne, her bir kare birer tablo gibi, bakmalara doyamıyor insan. Hele müzikler, müziklerimiz, Hans Zimmer müziklerimiz...



Valla Netflix 4 kasımda 10 bölüm yayınlamış ilk sezon olarak. 1952'nin başından alıyor bizi ilk sezon, VI.George'un ölümüydü Elizabeth'in taç giymesiydi Margaret'tı Churchill'di derken 1955'te bir yerlerde bırakıp, soluklanıyor. Yeni sezon ne zamana bilmiyorum. Ama böyle 10 bölümde ancak 3 sene ilerlemeye devam etmeyecekler diye düşünüyorum, yoksa işimiz var.

tv.com'da The Crown-->http://www.tv.com/shows/the-crown/

2 yorum:

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...