17 Mart 2015 Salı

ilk romanımız, Şemseddin Sami'den Taaşuk-ı Talat ve Fitnat

Saliha Hanım'ın biricik oğlu Talat, kalemde memurdur; edepli, sessiz, 20 yaşında bir genç adamdır. Bir gün baş ağrılarıyla annesi Saliha Hanım'ı ve dadısı Ayşe Kadın'ı endişelendirir ama Talat'a her gencin başına gelen şey musallat olmuştur: Aşka düşmüştür. Kahve dükkanı olan Hacı Baba'nın herkeslerden sakladığı, dükkanın üst katındaki evinden dışarı adımını attırmadığı, güzeller güzeli evlatlığı Fitnat'a aşık olmuştur. Fitnat da aynı dertten muzdariptir, günde sadece iki kere balkondan göz ucuyla gördüğü bu erkek güzeline o da abayı yakmıştır. Birbirlerinden habersiz, birbirlerine kavuşmaya çalışan aşıkların yoluna kaderin kötü ağları çıkar.
Şemseddin Sami
"Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat, Tanzimat edebiyatı yazarlarından Şemseddin Sami tarafından kaleme alınmış ilk Türk romanıdır. 1872 yılında Hadika gazetesinde tefrika edilmiştir." diyor kitabın sunuşunda. Genel anlamda ilk roman olarak kabul edildiğinden meraklısı için okunması gereken bir hikaye zavallı aşıklar Talat ve Fitnat'ın hikayesi. Ama bugünün gözüyle bakarsak, oldukça klasikleşmiş bir temayı alabildiğine çocuksu ve şirin bir şekilde yeniden anlatmış olduğunu görüyoruz Şemseddin Sami'nin. Sadeleştirilmiş olmasına rağmen o zamanın ağzını, o konuşma tarzını okuyoruz kitapta. Ben kitabı okuduğum süre boyunca bir afalladım açıkçası, kitabı kapatıp bir süre normal konuşmama dönemediğimi hissettim :) İnsan bir tuhaf oluyor devamlı öyle "öyle idi, böyle imiş, dediği gibi, olduğu gibi" falan şeklinde cümleler okuyunca. Hikaye basit evet, meydana gelen olayların önceki bahsettiğim gotik kitaplardan bir farkı yok evet (o derece akıl almaz), tesadüfler birbirini kovalayabiliyor. Ama yine de çok takılmazsanız eğlenceli bir kitap okumuş oluyorsunuz, her ne kadar aslında hüzünlü bir hikaye anlatsa da. Üzerine Şemseddin Sami'nin anlatımı hakikaten dikkate alınması gereken şeyler içeriyor. Dönemine göre oldukça yenilikçi düşünceleri olduğunu hissedebiliyorsunuz, eleştiriyor çekinmeden ama genel havası yumuşak, sanki anlattığı hikayeyi o da üzülerek anlatıyor öyle bir iç çektiğini görebiliyorsunuz satır aralarında.
Ah biçare biz kadınlar!...Bizi hiç insan sırasına koymazlar. Babalarımız istedikleri adamlara bizi hediye verircesine verirler. O adamların huyunu sormazlar. Biz o adamlarla geçinecek miyiz, orasını hiç düşünmezler. Bize bir defa "Filan adamı koca ister misin?" yahut "Kimi koca istersin?" diye bir sormak yok. Bize derler "İşte seni filan adama vereceğiz." Biz sükut ederiz. Ama gönlümüz ne der? Yarabbi, babamın bu söylediği efendi genç olsun, güzel olsun, iyi huylu olsun. Gerçekten bazı defa öyle çıkar. Lakin bazı kere de bütün bütün zıddına. Gider bakarız ki bize koca olacak adam altmış yaşında, yahut bir gözden kör, yahut burunsuz, yahut sarhoş, yahut ahmak...Ah siz erkekler ne zalimsiniz! Bir kızcağızın bir gözü biraz şaşı olsa, yahut bir ayağı azıcık topal olsa biçare evlenmeksizin ihtiyarlar gider. Kimse almaya tenezzül etmez. Ama sizin en fenası, en uğursuzu, en sakatı bakarsın ki kızların en güzelini, en uslusunu alır da biçareyi esir eder.

Kendi kendine, "Ah biçare kadınlar ne çekerler imiş! Biz erkekler onları kukla mesabesinde kullanıyoruz. Yolda serbest ve rahat yürümelerine mani oluruz. Bu ne rezalet, ne küstahlık! Bir erkek tanımadığı bir başka erkeğe rast gelse yüzüne bakmaz, söz söylemez. Lakin tanımadığı ve hiç başka defa görmediği bir kadına rast geldiği gibi gülerek yüzüne bakmaya ve söz söylemeye başlar ve kovsalar bile yanından ayrılmaz. Demek oluyor ki biz kadınları insan sırasına koymayız. Kendimizi eğlendirmek için onların ruhunu sıkarız. Serbest gezip seyir etmelerine ve eğlenmelerine mani oluruz ve (...)"

Ağlayarak ve gözyaşları çeşme gibi dökülerek anasına macerayı bildirdikten sonra bir odaya çekilir, ağlamaya başlar ve kendi kendine "Ah zalim...Ah hain...Ben onu o kadar seviyor idim. O ise beni aldatmak için severim meverim diyor idi. Yalandan bir muhabbet gösterir idi. Beni gerçekten seve idi, böyle sebepsiz kovar mı idi? Ah, erkeklerin muhabbetine inanmak...onların sadakatine inanmak ne büyük kabahat!...Ah zavallı biz kadınlar...Biz evlendiğimiz vakitte zannederiz ki bir koca, bir arkadaş alıyoruz. Halbuki erkekler bize o nazarla bakmıyorlar. Onlar evlendikleri vakit karılarına verdikleri ehemmiyet, satın alacakları bir beygir yahut bir arabaya verdikleri ehemmiyetten azdır. Evet, hakları var a. Çünkü bir beygir alacaklar, eğer iyi çıkmaz ise yine satmaya mecbur olacaklar."
İşte böyle satırlar yazmış Şemseddin Sami zamanında. Bir erkek bile bunları 1872'de görüyorsa, biz şimdi neyle uğraşıyoruz hala değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...