3 Şubat 2013 Pazar

Çeyrek yüzyılıma veda ederken : Bir Amerika Yolculuğu Bölüm II

İlk bölümün sonunda elimde pasaportum duruyordum. Orada kalmıştık. Aslında bu en son olan olaydan sonra-elçilikte olan o kötü olay-ilk bölümde anlattığım o biber gazı spreyimle ilgili esprili durumu anlatmasaydım keşke dedim ama napalım. Daha bir ay, iki ay önce tam da  bulunduğum bir yerde, belki de yüzüne baktığım insanlardan biri çok kötü birşey yüzünden öldü. Haberi görünce sarsıldım açıkçası, hep unuttuğumuz birşeyi o kadar net hatırlattı ki o anda, diyecek birşey bulamadım şimdi.
Neyse diyip devam etmek istemiyorum ama bu maceramı da böyle bir yıl boyunca anlatmayayım burada diyorum. Bir an önce, güzel güzel anlatayım tadı bozulmadan yiyelim geçelim.
Dediğim gibi pasaportu ve vizeyi aldıktan sonra NY'da kalacak yerimizi ayarlamaya çalıştık. Tabi bir yandan da ben dönüşümü düşünmek durumundaydım, nereye gidersek gidelim sonunda NY'dan İstanbul'a uçacaktım. Son durağımız da ilk planlarda San Francisco'ydu, o yüzden hemen en ucuzundan bir San Francisco-NY bileti aldım. Bilet işlerimizi http://www.edreams.net/ 'den hallettik hep. Böylece JetBlue'nun SF-NY uçuşuna yanlış bulmamışsam şu an hesap listemden 351 dolar gibi birşey ödedim. Sonra Nihan'dan Harry Potter'a gitmeceyek miyiz önerisi geldi. Demiştim ilk bölümde, zaten bunu bekliyordum, balıklama atladım. Hadi gidelim bir daha ne zaman göreceğim Hogwarts'ı, İngiltere'ye zaten Allah bilir gidebilecek miyim de. Hemen apar topar bakındık Orlando'daki Wizarding World of Harry Potter'a nasıl gideriz, kaç gün kalırız diye. Bu adres http://www.universalorlando.com/harrypotter/ orası hakkında baya iyi bilgiyi veriyor aslında, ama bu da universalin sitesi http://www.universalorlando.com/Theme-Parks/Islands-of-Adventure/Wizarding-World-of-Harry-Potter.aspx . Biletleri çeşitli seçeneklerde alabiliyorsunuz. Gün sayısının yanında park-to-park ya da single-park seçmeniz gerek. Orlando'daki universal kompleksi iki ayrı bölümden oluştuğu için böyle bir durum var. Biz netten öyle bakarken ooo harry potter dünyasını gez gez bitiremeyiz biz zaten herbir şeyi göreceğiz diğer parka zaman kalmaz diyerek single-park biletinin iki günlüğünü aldık. Tek günlükler iki günlükten daha mantıksız oluyor hesap açısından, hem de çok yorulmayalım uçaktan in gez dolaş uçağa bin diyerek. Bileti netten alırsanız print at home seçeneği var, çıktısını alıp gidebiliyorsunuz. Ya da gidip, kapıda sıra bekleyip de bilet alabilirsiniz.
Bu arada NY'da kalacak yer konusunda bakındığımız yer http://www.booking.com/ adresiydi. Daha doğrusu tüm otel işlerimizi buradan hallettik. Yalnız çok acemiydik, sonradan fark ettik. NY'ı gezeceğiz ama kalacak yerin en ucuzu New Jersey tarafındaydı, o yüzden North Bergen'deki Days Inn otelinden odayı aldık. Hiç düşünmedik yolu falan. Manhattan'ın dışında kalınca evet ucuza kalıyorsunuz adadakinden ama bu sefer de her gün adaya girip çıkmak için yol parası ve zaman veriyorsunuz. Hele bir de JFK'ye inmişseniz oradan otele geçmeyi bir düşünün derim, diyeceğim ama henüz değil.
Orlando işi kesinleştiği için oranın da uçak ve otelini ayarladık NY'dan sonra. NY-Orlando arasını 304 dolara uçmak üzere biletleri aldık (bu arada bu miktarlar hep iki kişilik onu diyeyim de). Oteli de yine en ucuzu olarak listeleneninden ki yine bir Days Inn şubesiydi, aldık. O da 98 dolar tuttu. Gitmeme iki hafta kala yine THY'nin sitesinden Ankara-İstanbul biletimi de aldım, 94 liraya. Kampanya biletiydi, değiştirilemez iade edilemez diyordu ondan. Yolculuğun planı şu etapta şöyleydi: NY'da 4 gün, Orlando'da iki gün, Los Angeles tarafında geri kalan günler içinde dolanıp, son gün San Francisco'ya geçecektik ve ben oradan dönüş uçuşlarıma başlayacaktım. Ha bu arada annemler de döndüğümde Ankara'da değil de köyde olacaklarından, babaannemi de yüzyıllardır görmediğimden oraya gel dediler. Böylece Ankara-İstanbul-NY-Orlando-Los Angeles-San Francisco-NY-İstanbul-Samsun güzergahında toplamda 8 defa uçmak üzere biletlerim olmuştu.
Gene de esaslı bir program yapmamız gerekiyordu o aşamada. Nereleri görmek, gezmek istiyorsak, kafamızda onca yıldır biriktirdiğimiz nasıl bir amerikan rüyası varsa onu gerçekleştirmek için neler gerekiyorsa onları yapabilmek için bir süre araştırdık. Daha doğrusu araştırmak için kendimizi zorladık, ama nihan da ben de eminim öyle titiz bir çalışma içine girmedik. Ben açtım tüm sık kullanılanlarımdaki yıllarca okuyup durduğum siteleri, new york diye aratıp dolandım. Dolanmadım değil, çaba sarfettim, okudum ettim. NY için baya birşey de öğrendim sayılır hatta, nereleri gezebiliriz bir iki liste bile çıkardım. Ama yolculuğun geri kalanı hakkında nedense elim varmadı araştırmaya, öyle bir savsakladım.
Yolculuğuma salı sabahı çıkacaktım, cuma günü işten çıktım, izne ayrılmış oldum yani. Hiç dinlenemeden, izinde olduğumu anlayamadan haftasonu boyunca valizimi toplayıp pazartesi son rotuşları yapıp, pazartesiyi salıya bağlayan gece 3 buçukta evden çıktım. Çıktık daha doğrusu abimin sürdüğü arabada, annem babam yengem şeklinde esenboğaya doğru yola koyulduk. O yolculuğu hayatım boyunca unutamayacağım sanırım. Gecenin karanlığında, soğuktan büzüşmüş halde arka koltukta annemle yengemin ortasında. Kimseden  çıt çıkmıyordu, uykum vardı, midem bir tuhaftı. Hiçbir şey düşünemiyordum, aklımda sadece annemin o an tuttuğum elini bırakmamak, yaslandığım omzundan geri kalkmamak vardı. O yol hiç bitmesin, havaalanına hiç gitmeyelim istiyordum. Napıyorum diyordum içimden habire, manyak mıyım niye gidiyorum ki durup dururken şimdi bilmediğim yerlere. Çok uzak hem, dursaydım ya evimde. 20 gün ohh mis gibi yatar, oturur, film izler mayışık mayışık gezerdim. İğne mi batırdılar da böyle apar topar gidiyordum, zorum neydi? Annem bakışlarımdan anlamıştı herhalde ki istersen gitmeyebilirsin dedi o an. Ses çıkarmadım, ağzımı açarsam avazım çıktığı kadar bağıracağımdan adım gibi emindim çünkü beni eve geri götürün gitmek istemiyorum diye.
Esenboğaya vardığımızda 5'ti saat sanıyorum. Uçağım 6'da kalkacaktı, iç hatları bulmak için görevlilere sorarak önce bir koridordan geçtik, asansöre bindik, sonra yine bir koridordan geçip kocaman bir yere çıktık. En son uçağa bindiğimde üniversitedeydim ve İzmir'den Ankara'ya gelmiştim, İzmir'den halamlar bindirmişti, Ankara'dan annemler almıştı. Ve işin kötüsü benim yarım aklım o son seferi, ondan önceki 3-5 seferi de hatırlamıyor. Hatta arada bir İzmir-Samsun varmış mesela, mış diyorum çünkü yıllardır abim söyler durur ama ben hatırlamıyorum. Yok öyle birşey, aklımda en ufak bir kırıntısı bile yok. Sanki hiç yapmamışım gibi o yolculuğu. Öyle bir aklım var yani düşünün. Bir de işlemler hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu, önce check-in yerine gidilecekmiş mesela. Gittik bavulumla, ben rahat edeyim diye her birşeyi tek bavula tıkıştırdım ama meğerse bölmek, kabin bagajı almak gerekiyormuş. Çünkü ağırlık sınırını geçince çok pis koyuyorlarmış. Acı bir şekilde, 24 lirayı bayılınca anladım ben bunu. Ha o parayı vermek için de check-in yerinden tee öte taraftaki ödeme yerine koşturup, ödemeyi yapıp geri check-in'e dönmeniz gerekiyor, o da ayrı bir eziyet.
Sabahın o saatinde bomboş sayılırdı tabi iç hatlar. Bagaj işini hallettikten sonra bir 15 dakika oturup, kontrol kısmından geçip uçağımın kalkacağı kapıya gitmem gerekti. O kontrol kısmında işte aileyle vedalaşıyorsunuz ve ben o konuda çok kötüyüm. O ana kadar dünyanın en sempatik insanıysam, yanımdakileri onlar için ölecek kadar çok seviyor olsam bile o anda, bırakıp gideceğim anda bildiğiniz buzdolabı oluyorum. Otomatik bir durum aslında, ağlayacağımı, hem de çok fena ağlayacağımı, olduğum yere yıkılacağımı anladığım anda gelen bir refleks. Hadi görüşürüz deyip çekip gidiyorum. Sarılanlara şöyle bir sarılıyorum ve arkamı dönüp gidiyorum. Annemlerin de sonradan kritiğini yaptıkları üzere, bir kere bile geri dönüp bakmadım o noktadan sonra. Güvenlikten geçtim ve yürüdüm gittim. Bakmamı beklemişler öyle dediler, bakarsam çığlık çığlığa geri koştururdum biliyorum.
Kapıya yürürken etraf karanlıktı henüz, camla kaplı duvarlardan karanlığı görebiliyordum. Diğer yanımdaysa herşey renkliydi, havaalanı ruhuna girmeye başlamıştım. Yalnız olduğumu hayal ettim-yalnızdım evet ama öyle bir yalnızlık demiyorum hani George Clooney'nin Up In The Air'deki yalnızlığı gibi-, çok param olduğunu, o rengarenk, ışıltılı kafelerde oturduğumu, kahvemi yudumlayıp günün en erken gazetesini okuduğumu gördüm. Arkamda sürüklediğim bavulumla öylece yürüdüm, kendimi geride bıraktığımı düşündüm.

Bu bölümü de burada bitirmemiz gerekli çünkü çok uzun yazıp bunaltmak istemiyorum hem sizi hem kendimi. Sonraki bölümde; İstanbul'daki bekleyişim, NY'a uçuş ve Nihan'la buluşana kadar olanlar.


Çeyrek yüzyılıma veda ederken : Bir Amerika Yolculuğu Bölüm I

Bölüm III
Bölüm IV
Bölüm V
Bölüm VI
Bölüm VII

4 yorum:

  1. Esra yalnız öyle bir anlatmışsın ki sanki seni almanyaya hiç tanımadığın bir adamla evlendirmeye yolluyor, gezmeye gitmiyorsun da :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. valla okuyunca ben de bir an lan yoksa çocuk gelin mi oldum ben dedim:p

      Sil
  2. Yanıtlar
    1. en kısa vakitte gelecek:) de nasıl gelecek bilemiyorum her gün sabahtan akşama işe git gel:p

      Sil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...