20 Aralık 2012 Perşembe

herşeyin bir nedeni yok belki sihirli değneğin olmaması gibi

Neyim var bilmiyorum. Son birkaç haftadır böyle gitgide mutsuz oldum. Halbuki en mutlu - tamam o kadar da değil öyle olması için bundan çok daha fazla, aşırı fazla bir durum olması lazım da - ya da işte bir çare, mutlumsu olmam gereken bir vakitte değil miyim diyorum kendi kendime. Bir yıl sonunda ilk kez 20 günlüğüne işe gitmeme gerek olmayacak ve ben bu vakitte, 25 yılın sonunda nihayet tam bir maceraya çıkabileceğim. Amerika'ya gideceğim, yola tek başıma çıkacağım, tüm bir kıtayı neredeyse tek başına kaplayan bir ülke üzerinde üçgen çizip kendi "on the road"umuzu yapacağız, bir çeşit. Sonra da tek başıma boydan boya geçeceğim ülkeyi ve geri döneceğim. Yıllardır izlediğim, kendimi içinde hayal ettiğim pek çok yerin hakikaten içinde olacağım.
Ama işte, gelin görün ki mutsuzum. Salak saçma bir şekilde her gün işten daha da nefret ettiğimden, tamam işten değilse bile memur olmaktan, böyle bir hayat tarzına düştüğüm için kendimden nasıl uzaklaştığımdan yola çıkıyorum bunalıma giriyorum da giriyorum. Ömrümde daha ne kadar çalışmak zorunda olduğumu hesap etmekle geçiyor çoğu vaktim, şu kadar daha maaş alsam ehem işte öğrenim kredisinin borcunu kapasam geriye şu kadar kalıyor, onunla da bir süre idare edebilirim falan filan gibi. İdare edip de ne mi yapacağım, işte o kısmı beni deli eden. Dünyanın en zevkli meslekleri, en güzel işleri hep salak saçma insanlara verilmişken ben gidip de bilgisayar mühendisi oldum, niye oldum, böyle sabahtan akşama uğraşayım durayım, ezileyim büzüleyim, radyasyon yiyeyim diye. Öbür tarafta da hanımlar beyler iki satır saçmalık yazıp oturdukları yerden parayı çap etsinler, ohh mis gibi gezsinler tozsunlar, adı ne köşe yazarı, adı ne roman yazarı, adı ne modacı, adı ne oyuncu. Nasıl bir saçmalık bu ya. Ben böyle en ufak hayalimi gerçekleştirebilmek için bir sene yemeden içmeden çalışayım, bildiğiniz memur olayım, harcamayayım biriktireyim de ancak uçak bileti alabileyim, millet gitsin londralarda african studies bilmem ne okusun, 72 milletten insanla fotoğraf çektirsin. Tabi bizim babamızın öyle tutup ekonomi işletme şudur budur okumamıza ve akabinde gerine gerine yüksek lisans bitirip oralarda paralar tüketmemize yetecek parası olmadı hiç. Aksine bu bir senede biriktirdiğim paranın yarısını - tam yarısını - annemlere verdim ben, ki borçları kapatsınlar, işleri yoluna koyabilsinler diye.
Neyim var bilmiyorum. Böyle o kadar kıskançlık dolu, kötülük dolu, haset - kin dolu bir insan oldum ki anlatsam yer yarılsa almaz taşar. Herkese sinir olabiliyorum. Yemek yerken kafede şurada burada bir kadın var diyelim mesela, allahım bildiğiniz uyuz, bana derler normalde yavaş falan diye ama ben speedy gonzalez'im onun yanında. Böyle bir hülyalı hülyalı kaşığı tabaktan ağzına götürmeler, etrafı iplemiyor gibi görünmeye çalışıp bir yeni gelin misali kırıtmalar. Hayır hakikaten ben yapsam o kadar yavaşlık tonlarca laf ederler, ama buna kimse ses çıkarmaz. Yemin ediyorum içimden kafayı gömmek geliyor suratına, şöyle bir masayı devirip üstüne çığlıklar savurasım geliyor zeyna gibi. Ha tabi bir de her işini minnet rica dalavere halledenler var. Bir insan nasıl olur da bu kadar özsaygısını, insanlığını kaybeder ben anlamıyorum. Nasıl yaşayabilir böyle bir canlı kendisiyle bilemiyorum. Tutup kollarından sallamak istiyorum, silkelemek yüzüne bağırmak istiyorum, kendine gel insansın sen insan diye bağırmak istiyorum.
Neyim var bilmiyorum. Yetişkin insanlar, tuvaletleri insanca kullanamıyorlar, peçeteleri yerlere savuruyorlar, peçeteleri hunharca kullanıyorlar, çöp sepetine öylece düşürüveriyorlar. Lavabonun önünü, üstünü her yerini duşa sokmuşçasına ıslatıyorlar, klozette banyo yapıyorlar sanırsam. Görmüş geçirmiş insanlar bir tuvaleti kullanmayı bilmiyorlar. Hiç utanmıyorlar şeylerini sildikleri o kağıtları öylece yere sallamaya, hiç ama hiç utanmıyorlar.
Neyim var bilmiyorum. Oturup hevesle, heyecanla, mutlulukla gezeceğim yerleri okuyor olacağıma ben bir işmişçesine, bir ödevmişçesine, tez yazıyormuşum gibi araştırıyorum netten şehirleri. Okuyorum, kopyalayıp yapıştırıyorum, bildiğiniz tez yazıyorum yani. Niye böyle oldum bilmiyorum. Sanki tuttum boğazımdan zorla götürüyorum, sanki içimdeki o kuralcı, o oğlak tarafı ne yapıyorsun sen deli misin diye bağırıyorken diğeri o kaplan olan gideceğiz gideceğiz diye yalvarıyor. Sanki uçağın kapısında durdurup bir yanlışlık olmuş yanlış rüyadasınız diyeceklermiş gibi. Sanki kesin bir şeyleri unutmuşum, bir şeyleri yanlış yapmışım gibi. Sanki son anda dünya savaşı çıkacak, bir yerime birşey olacak, hastalıklı çıkacağım, yolumu kaybedeceğim, havaalanı içinde dolanıp duracağım, zerre kadar ingilizce anlamayacağım, uçak lost adasına düşecek, hurley ile birlikte geride kalacağım, gary sinise cinayetimi araştıracak, insan kaçakçılarının uçağına düşeceğim gibi.
Neyim var bilmiyorum. Bir yanım hala yılbaşı gecesi oturacağım 3 film üst üste geleneksel karate kid oturumumu yapacakmışım gibi düşünüyor, öyle şartlanmış kafamda. O yanım zaten işte önceki o oğlak yanım. Ben kendimi bildim bileli içimde çatıştım durdum zaten. Eskiden anlamsızdı, sadece kafam karışık diyordum ama sonra çok okudum - eve net girmişti 13 yaşımda oturdum okudum, sonra çok yalnızdım hazırlıkta oturdum ansiklopedi okudum - baktım burçlar var kainat var feng shui ying yang çin burcu ağaç burcu zodyak derken anladım. Anlamadım da gene, öyle bir açıklaması olması en azından açıklaması olmamasından iyiydi. İçimde karman çorman kişilikler vardı, öyle diyordu burç yorumları. Oğlak olmuştum olmasına da yükselenim kova, ay burcum başaktı, çin takvimine göre kaplan, ağaç burçlarına göre karaağaçtım. Harry Potter seçmen şapkaya nolur Slytherin olmasın dediği vakit ben aha kesin Hufflepuff'ım ben diyordum. Korkuyordum hatta öyle olmaktan, öyle olduğuma yüzde yüz eminken. Küçük görmek gibi değildi bu, daha çok  o kadar sevgi dolu olmaktan, o kadar adilane, o kadar insancıl olmaktan korkmaktı. O denli düzgün bir insan olamazdım kendi fikrimce, olmamalıydım, çünkü zaten öyleydim ve beni bu hale getiren, tüm yanlış kararlarımı aldıran bu kişiliğimdi. Diye düşünüyordum. Ama Dumbledore ne demişti, "Bizi biz yapan yeteneklerimizden çok yaptığımız seçimlerdir.". Ben de Harry gibi şapka başımda ne olduğumu anlamaya çalışırken bir seçim yaptım, hiç olmadığım, olamadığım şeyi olmak istedim, zeki olmak istedim. Ravenclaw dedi bana seçmen şapka. İlk okuduğumda allahım ben  hayatta giremezdim o ortak salona demiştim, kapıyı her defasında bilmeceyi bilerek açmak demek benim yüzyıllarca o kapıda dikilmem demekti çünkü, zerre kadar kafam basmaz bilmecelere. Böylece aslında bana hep hata yaptıran tarafımın aslında hangisi olduğunu anlamış oldum. Olmadığım kadar zeki, olmadığım kadar akıllı olma isteğim, kendimi hep aşırı zorlamama sebep oluyormuş meğerse. Bir Ravenclaw olursam zeki olurum zannettim demek ki, oraya ait olursam belki gerçekten başarılı olurum sandım demek ki.
Neyim var bilmiyorum. Ne diyor bu böyle diyorsunuz muhtemelen şimdi. Ya da zaten burasına kadar bile gelmemiş olabilirsiniz yazdıklarımın. Başlarda bir yerde bırakıp gittiniz büyük olasılıkla. Ben de öyle yapardım, biliyorum, her şeye öyle yapıyorum çünkü. Kitapları bitsin diye okuyorum, filmleri dizileri görmüş olayım diye izliyorum. Düşünmüyorum, zevk almaya çalışmıyorum. Sadece çok az vaktim var diye kafamın içinde biri bağırıp koşturup duruyor ve ben ona yetişmeye çalışıyorum. Hadi bu kitabı da okumadım deme, hadi bu diziyi de izlemedim deme, hadi burayı da görmedim bunu da dinlemedim deme. Görev gibi, sorumluymuşum gibi yapıyorum her birisini. Hayatım geçiyor ve çok şey yaparsam yaşamış olacağımı zannediyorum. Duramıyorum. Şimdiye kadar nereye gittimse nerede oldumsa hep içimden tekrar ettim, bu da geçecek buradan da kurtulacağım bunu da arkamda bırakacağım. Her adımda her sabah bunu söylüyorum, üniversiteye giderken de böyle dedim 5 sene, liseye giderken 4 sene hep tekrar ettim. Bunu geçeceğim ve ardından güneş doğacak, istediğim o yerde istediğim gibi bir insan olacağım. Bu da geçsin, bu da bitsin, bunu da atlatayım. Hiçbir yere ait hissedemedim o yüzden, hiç kimseye bağlanamadım. Hiçbir yerde  mutlu olamadım, benim diyemedim, insanları sevemedim. Hep gidilecek bir yerim vardı çünkü, sadece biraz uzaktaydı, oraya kadar dayanmam gerekiyordu. Her tümsekten sonra yeni bir tümsek beliriyordu, sadece onu da atlatmam gerekiyordu.
Neyim var bilmiyorum. Bir şeyler yanlış. Bir şeyler çok yanlış. Ama ne olduğunu bulamıyorum.

(Alınabileceğiniz şeyler söylemedim. Zaten burada, benim yazdıklarımı okuyan bir insansanız, o dediklerimden değilsinizdir, biliyorum.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...