14 Nisan 2012 Cumartesi

Çikolatalı Sufle

Sanırım üniversitedeydim. Belki küçük bir ihtimal lisede de olabilirim. İki kız arkadaşımla birlikte dışarı çıkmıştık, niyeydi, hangi gündü pek hatırlamıyorum. Özsüt'e oturmuştuk. Menüdeki baştan çıkarıcı resmine bakıp, ikimiz, çikolatalı sufle istedik. Diğer arkadaşım önceden tecrübe etmişti, yok yook, dedi, ben paşa paşa tavuk göğsümü yerim. Bir miktar beklerken biz - hani şu 10-15 dakikada hazır olması meselesinden - tavuk göğsü geldi, arkadaşım bu ne dedi, bunun içinde lif lif birşeyler var. O yaşa kadar muhallebi yemiştik besbelli, tavuk göğsünün adını ciddiyetle nereden aldığını da hiç düşünmemiştik. Bizim sufleler geldi o ara, off dedi, mest olduk görüntüye. Kremasını falan döktük üstüne, daldırdık kaşıkları. İşte o an ve takip eden yarım saatte neler hissettiğimi hatırlayamıyorum ben bunca yıl sonra. Bu yüzden de o ara konuştuklarımız ve yaptıklarımız o masada, hiç mantıklı gelmiyor. Nefret etmiştik sufleden. Birkaç kaşıktan sonra tıkanmıştık, kötü gelmişti, yiyememiş, aç kalmış, aynı açlıkla arkadaşın tabağındaki yarım kalmış tavuk göğsüne sarkmaya başlamıştık. O da yememiş, bırakmıştı, o ayrı.
Ama sorun şu ki niye nefret etmiş olabileceğimizi aklım almıyor bir türlü. Bu kadar yıl geçti, bir daha ağzıma da sürmedim çikolatalı sufleyi. Sırf o nefreti hatırladığım için. Ama anlamıyorum, böylesine çikolatalı, sımsıcak, tatlı mı tatlı, yumuşacık bir şeyi nasıl olur da sevmem.
Sonunda, iki hafta falan önce, karar verdim. Bu önyargıyı, bu geçmişin tozlu anılarından kalmış gölgeyi silip atacaktım. Marketten yine bizim doktor, Oetker'in Çikolatalı Sufle paketini kaptım eve geldim işten sonra. Mutfakta, elimde paketle birkaç dakika dikildikten sonra beynim nihayet çalıştı. Paketin üzerindeki resimdeki gibi kaplar lazımdı, sufle kabı denen, tarifte de belirtildiği üzere 8-9 cm çapında fırına dayanıklı derin seramik kaseler. Sonraki bir hafta, abartmıyorum, bu kaplardan aramakla geçti.
Sonunda bir Paşabahçe mağazasında Ramekin adı verilen ve iki tanesi yaklaşık 20 liraya satılan kapları gördüm. Elime aldım, evirdim çevirdim. Bunlara bu kadar vereceğime tencerede yapar, gene de yerim o sufleyi dedim. Aramaya devam ettim. Birkaç saat sonra, tam da pes etmek üzereyken, hiç ummadığım bir yerde, Carrefour'da buldum. Portekiz yapımı Cook&Serve kapları. Ağzım kulaklarımda eve döndüm.
Paketin üzerindeki tarife aynen uyduk. "Uyduk" diyorum, çünkü ben elimde paketle masanın yanında dikilip "eveet tamam hadi bakalım şimdi yumurtalar çırpılacakmış" diye kendi kendimi motive etmeye çalışırken annem saniyesinde direktifi yerine getiriyordu ve dolayısıyla sufleyi oluşturan malzemelerin - kaplar hariç - hiçbirine elimi bile sürmedim.
Öncelikle margarinle sütü ufak bir tencerede karıştırdık kaynayana kadar, paketin söylediği üzere. Çabucak kaynıyor zaten o, altını kapatıp paketin içinden çıkan büyük poşetteki kakaolu karışımı döktük içine. Pürüzsüzce bir karışım olana kadar karıştırdık kaşıkla ki bu da bir dakikayı bile bulmuyor. Bu sırada yumurtaların beyazını sarısını ayırdık (ayırdı annem yani, ben gözümü açmadım hiç).
Mikserle beyazları çırptık, bir iki dakika içinde böyle beze kıvamında bir beyaz öbek oluşuyor zaten. Sarılarını da tenceredeki karışıma ilave edip karıştırdık, biraz homojen olmalarına çalışıyorsunuz bu aşamalarda. En son da kar haline gelen beyazları karıştırdık. Bu halinde bir süre iyice karıştırmak gerekiyor, tam böyle tüm malzemeler birbirine girmiş hale gelmeli çünkü. Sonunda anlıyorsunuz zaten, tam böyle sufle tipine giriyor karışım.
Kaplara üstlerinden bir iki parmak kadar boşluk kalacak şekilde döktük, yazdığı gibi. Paketin üzerinde 4 kişilik olduğu yazsa da karışım - hem de tam onların verdiği ölçülerde - 5 kaba sığıyor - onların verdiği 8-9 cm çapındaki kaplarla. Önceden ısıttığımız fırına da koyup, saati tam 12 dakikaya kurduk.
Suflenin bu hali 18.yy.da Fransa'dan çıkmış bir şey. En erken 1782 gibi bir tarihte Fransa'da yapılmakta olduğu biliniyor. Hem böyle tatlı, hem de peynir, jambon gibi şeylerle tuzlu olarak da yapılabiliyor. "Soufflé" kelimesi "şişirilmiş" anlamına geliyor ki bu da piştiğinde dağ gibi yükselmesine ithafen söylenmiş büyük ihtimalle. Popüler kültüre bu denli girmiş olması da sanırım lezzetinden çok kuru efsanelere önayak olmasından. Hani her dizide mutlaka bir kere birinin çok uğraştığı suflenin gürültüden veya en az o kadar saçma bir nedenden çöktüğünü ve berbat olduğunu izleriz ya, öyle bir durum. Yoksa dikkat ettiyseniz bu tarife, olabilecek en basit hazırlama sürecini içeriyor sufle yapımı. Her malzemeyi bir şekilde birbirine karıştırıyorsunuz, sadece belli bir sıraları ve kıvamları var. Sonra da direkt fırına koyup, 10 dakikada çıkarıyorsunuz. Daha ne olsun.
Tamam daha başka birşey olmasın da, kabarıklığı da dursun yani. Durmadı maalesef. Fırının kapağından deli bakışlarla izlediğim sufleler kabardı, çatladı, lezzet manyağı görüntüsüne büründü evet. Dakikalar tamamlanınca çıkardım büyük bir dikkatle, hemen pudra şekerlerin döktüm, kaşıkları yanlarına iliştirdim ve servis ettim. Ama dakikayı bulmadı, çökmeye başladılar. Adamakıllı yemeye başladığımızda artık tamamen çökmüşlerdi. Hayır tadı şahane olsa, tam hayal ettiğim gibi olsa ona da üzülmezdim ama değildi. Bildiğiniz sünger gibiydi içi. Çikolatalı sünger yedik. Her bir adımı, malzemeyi yazdığı gibi yapmamıza rağmen, sufle bekleneni vermedi.
Demek ki evde yapıp yenmeyecek tatlılardanmış. Artık çıkar mutluluğu dışarılarda ararım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...