5 Ekim 2011 Çarşamba

"New Girl" Neredeyse Gülecektik

Bu Zooey Deschanel gerekli şeyleri yaparak, kendini çok güzel, çok sevimli, çok mucizevi gösterebilen o nadir insanlardan. Bunca senedir izledim, dinledim, baktım, sonunda çözdüm. Deschanel ailesi kadınları olarak tamam, belli bir güzellik ve yetenek silsilesiyle kutsanmış durumda orası ayrı. Ama bunların üstüne acayip şeyler katıp, kendini mükemmele yakın hale getirdi. Bizzat gördüm, takip ettim, şahidim yani.
Eh haliyle herşeyinin zirvesindeyken de tvye bir adım atmasa olmazdı. "New Girl"ün ekranlara geleceği haberi yaz başından beri ortalıkta dolanmaktaydı. Sonunda merkezine Zooey'yi almış, 20 dakikalık komedinin ilk üç bölümü yayınlandı.
İlkokul öğretmeni (anaokulu muydu ki, neyse) olan Jess, Deschanel'in şahsında vücut bulduğundan dolayı haliyle şahsına münhasır, ilginç bir adet kızımız. Biraz saf, biraz kaçık, kendine ve her duruma şarkılar uydurup söyleyen bir insan. Bir süredir birlikte olduğu ve aynı evi de paylaştığı sevgilisi Spencer'a bir gün romantik-seksi bir sürpriz yapmak üzere, günün ortasında evin salonunda çıplak bir halde beliriyor. Ama tam da bu sırada Spencer yeni bulduğu bir kızla birlikte olduğundan, Jess bir nevi onları basmış oluyor. Gayet gözyaşı ve salya sümük dolu bir ayrılıktan sonra Jess ilanlardan kendine ev arıyor. Kız olduklarını sanarak görüşmeye gittiği üç kişi, Schmidt, Nick ve Coach, erkek çıkıyor. Bu üçü evlerine bir dördüncü ararken Jess'in bu yeni ayrılmış-yarı çılgın-yarı depresif haline acıyıp falan evlerine kabul ediyorlar onu. Sonrası 3 erkekle yaşamaya başlayan bir deli manyak kızın maceraları.
Esasında eğlenceli, gayet ilginç bir hali var dizinin ama nedense insanda çok fazla güleceğiz, obaa şimdi ne matrak olacak hissi uyandırmasına rağmen çok orta seviyede ilerliyor. Bazı yerlerde tıkanıyor, çoğu yerde anlamsız kalıyor. Hem de o anlamsız ama tam da bu yüzden komik olan şekillerde değil. Zaten Jess'in eve kabul edilmesi ve erkeklerin onu o kadar önemseyecek kadar alışması tamamen üstünkörü geçildiğinden, hiçbir şey anlamıyoruz. Altı doldurulsa, sonrasında gelen özenli sahnelerin üstümüzdeki etkisi tam da yerinde olacakken, oralara bir anlam veremediğimiz için güzelim sahneler de boşa gidiyor. Zooey'nin sesinden delice şarkılar dinlemek gene de güzel oluyor bu arada. Erkek tarafını oluşturan kadro ilk bölümde uyumlu görünürken, ikinci bölümden itibaren Coach gidiyor, yerine Winston geliyor. Bunu da açıklamadılar yeterince mesela.
Bilemiyorum, dizi şimdilik idare eder. 20 dakikalık bölümler sonuçta, iki dakika açıp gülüyoruz. Ama çoktan birinci ikinci sezonunu garantilemiş bir dizinin daha fazla birşeyler göstermesi gerek. Sadece Zooey'nin şirinliğe güvenerek 10-20 bölüm yazmamışlardır umarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...