12 Ağustos 2011 Cuma

"Dream, are you a Dreamer?"

Şu ara rüyaların içinde kaybolmaya devam ediyorum. Büyük ihtimalle çok fazla bölük pörçük uyuduğumdan falan. Ya da kafamda bir türlü yüzeye çıkmalarına izin vermediğim, ama içten içe çok büyük stres kaynağı olabilecek düşünceler mevcut. Evet öyle. Ben sadece yokmuşlar gibi davranıyorum.
İşte böyle davranınca da rüyalara vuruyor aklım. Sırasıyla pek maceralı şeyler gördüm bu hafta. Önceki gece bir kafedeydim. Bu rüyamın görüntüleri siyah beyaz bu arada onu da baştan söyleyeyim. Sanki film içinde flash-back görüyorum havasında. Neyse efendim, bu kafede böyle arkadaşlarımla oturuyormuşum. Kim onlar tanıdığımdan değil, sadece öyleymiş işte. Ama hava sanki böyle hafif bir serin, rüzgarlı, üstlerimizde sıkı sıkı  sarındığımız ince ceketler var. Bir ara sıkıldım herhalde o arkadaşlarım dediklerimden, kalkıp kafenin üstü açık kısmına çıktım. Bir nevi teras da diyebiliriz. Hemen bir kuytu duvar arası bulup, sırtımı yaslayıp, önüme bakmaya başladım. Bu arada şey geldi, hımm, biz ona "Tom" diyelim. Hem bu vesileyle bu "Tom" mevzuunu da açıklamış olayım, zira bundan sonra bolca çıkabilir rüya anlatımlarımda. Bu Tom, belirli aralıklarla rüyalarımda kendine yer bulur. Misal, tam birşeye karar veririm, pat rüyama girer, o kararımın tamamen yanlış olduğunu hissettirip, karman çorman düşüncelerle bırakır ortada beni. Ya da uzun bir süre görmem kendisini rüyamda, tamamen aklımdan çıkar gider, ama sonra bir gün gene pat rüyama girer, haydee olurum, demek ki hala orda bir yerlerdeymiş derim (hayır, şizofren değilim. sadece rüya görüyorum ;) ).
Neyse işte bu Tom da kalkıp içerden yanıma geldi. Benimle aynı kuytuya sığışıp, o da aynı şekilde durmaya başladı. Gelmesi beni bir şekilde rahatlattı. Başımı omzuna yasladım. Ve resmen o kısacık birkaç saniye boyunca hayatımda şu son dönemlerde hissetmediğim kadar rahatlamış, huzurlu, mutlu hissettim. Evet, bildiğiniz huzurlu. Sanki üzerimdeki tüm yük, tüm endişeler, tüm düşünceler o birkaç saniye için benden uçtu gitti. Derin bir nefes aldım ve o anda çat! İçerideki arkadaşlarımdan bir tanesi, böyle çok neşeli bir tanesi önümüzde bitiverdi. Ben kafamı kaldırdım omuzundan ve huzur da geldiği hızda yok oldu. Çok sinirlendim o an, çatlayacaktım sinirden ki uyandım.
resim burdan : photo dictionary
Dün gece de yeni evli bir arkadaşımın evinde kaldım ilk defa. Saçmasapan bir yağmur-gökgürültüsü-şimşek durumu vardı tüm akşam ve gece. Tüm o fırtına içinde, onların küçük oturma odalarında güç bela uykuya daldım. Gene Tom'laydım. Ama bu sefer nerde olduğunu bilemediğim bir yerde, açık havada bir merdivene tırmanıyorduk. Parlak gümüş renkli, metalden bir merdiven. El ele tutuşmuş tırmandık uzunca bir süre. Neden tırmandığımızı da bilemedim ya neyse. En sonunda tepesine vardık. Tepede ufak kare bir platform yapılmıştı merdivenle aynı malzemeden. Platformun diğer yanında da bu kez aşağı inmek için ikişer ikişer birleştirilmiş 4 metal çubuk vardı. Öyle bir düzenek ki, o çubukların iki yanından tutunup ayaklarınızı yerleştiriyorsunuz, ikisini de kavrayan başka bir parça yer alıyor çubukların ortasında-ondan da iki elinizle tutunup, kendinizi aşağıya doğru dikine kaymaya bırakıyorsunuz. Böyle karmaşık oldu farkındayım. Şöyle diyeyim: Ağaçlara tırmandığımız tahta merdivenin metalini düşünün. Sonra onun arasındaki o basamak niyetine konan yatay parçaların olmadığını ve elinizdeki tek bir yatay portatif parçayla o merdivenin en üstünden kendinizi aşağıya doğru yüzünüz merdivene dönük bıraktığınızı düşünün. İşte iniş yöntemi buydu. Bizim Tom hemen kendi merdivenindeki yerini aldı. Ben platformun üzerinde dikilip kaldım. O kadar yüksekteyiz ki sanki gökyüzünün içinde kaybolmuşuz. Korkudan ölmek üzereyim. Nasıl inerim ben ordan öyle diye gözlerim yuvalarından fırlayacak şekilde bakıyorum ona. Bu arada bir eli merdivende bir eli bende hala. Çekiştiriyor. Yok yok yapamam diyorum. O anda bir kız bitti platformda yanımda. Nerden geldi hiçbir fikrim yok. Hemen hemen 12-13 yaşlarında. O öyle yeni yapıldı, pek denenmedi garanti veremem diyor. Ben de Tom'a dönüp diyorum bak gördün mü ordan inmeyelim bozulabilirmiş diyorum. Tom da ısrarla beni çekiştirip, kızın bozulacağına dair garanti de vermediğini söylüyor. İçimden de manyak mı bu Tom, görmüyor mu yüksekliği boşluğu, korkmuyor mu diyorum. En son yükseklikten başım dönmek üzereyken gözlerimi açmaya zorladım kendimi de, uyandım.
Ama gecenin bir vakti tabi, gözlerimi geri kapayıp yine daldım. Bu kez de böyle açık havaya kurulmuş ufak bir sahnenin önünde 10 sıra kadar sandalye vardı. Hepsi doluydu. Ben de annem sağımda, Blair Waldorf (evet o Blair, Gossip Girl'deki karakter) da solumda, önden 5-6 sıra geride oturuyorduk. Sahnede ne olduğuna dair bir fikrim yok, sanırım tiyatro oyunuydu. Önemli olan tam önümüzdeki sandalyede Jason Momoa'nın oturuyor olması. Hem de onu hep bildiğim Khal Drogo halinde değil, şu geçenlerde Jay Leno'ya konuk olduğu küt saçlı, ceketli gömlekli haliyle oturuyor. Blair'le ben büyülenmiş gibi onu izliyoruz, o yüzden de sahnede ne olduğunu bilmiyorum işte. Bir yerden sonra Blair'le kavga etmeye başladım, Jason'ı paylaşamıyoruz çünkü. Sonunda o da durumun farkına vardı, aramızı düzeltmeye çalıştı ama nafile. Kalkıp, hışımla uzaklaştım. Bu arada otel gibi bir yerlerdeyiz sanırım ve ben deli gibi Jason Momoa'nın peşindeyim. Ne yapacaksam artık, annem de ah vah kızım neden böyle yapıyorsun halinde. Resmen kendimi Uğur Dündar'ı kaçıran anne-kız Adile Naşit-Hülya Koçyiğit ikilisinde gibi hissediyorum.
Tabi bu arada Blair'le tekrardan kavga ettim. Jason yetişip, bizi zor ayırdı. Sonra da beni tuttuğu gibi otelin merdivenlerini çıkarmaya başladı. Evet yine merdiven. Bu arada tuttuğu gibi derken gerçek anlamda onu kastediyorum çünkü görmüşseniz bilirsiniz, Jason benim 35 katım büyüklüğünde devasa bir adam normalde. Beni odama götürmeye çalışıyor sakinleşeyim de Blair'in saçını başını yolmayayım diye. Lan bıktım gene mi merdiven çıkıyoruz diye poflarken uyandım.
Şimdi merak içindeyim. Eğer bu ilk kez kaldığın bir evde rüyanda evleneceğin kişiyi görürmüşsün hurafesi-geleneğinin herhangi bir işlevi varsa...zerre kadar beğenmediğim bizim Tom'la mı yoksa zaten hali hazırda evli-mutlu-bol çocuklu olan Jason Momoa'yla mı evleneceğim?
Ve bu benim akıl sağlığım ne kadar yerindedir böyle?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...