25 Şubat 2011 Cuma

DIE WELLE (2008)

Wikipedia
Film, Almanya’da bir lisede proje haftası çerçevesinde bir hafta boyunca her bir öğretmenin bir konu anlatmasını ekrana taşıyor. Rainer Wenger öğretmenlerden biri ve proje haftasında “anarşizm” konusunu anlatmak istiyor. Çünkü kendisini bu konuya daha yakın hissediyor, ancak şansına ona anlatması için “otokrasi” konusu düşüyor. Rainer bundan önce hiç hoşlanmıyor, çünkü otokrasi hiç onaylamadığı, hatta kendi hayat görüşü içinde tümüyle karşı olduğu bir konu, ama sınıfta öğrencilerle konuya girdikçe işler hiç tahmin edemediği yerlere doğru gidiyor. Hem öğrencileri hem de onun için sonuçları çok değişik bir deneyim oluyor. 
Rainer önce her normal ders gibi, otokrasinin ne olduğunu sorarak ve tanımını yapmaya çalışarak konuya başlıyor. Herkesin kendi ait olduğu veya ait olarak gördüğü gruba göre belirttiği, yaptığı tanımlar var. Sınıfın kendini diğerlerinden daha bilgili gören entelektüel geçinenleri “monarşi gibi bir şey mi?” türü yakın cevaplar söylüyor. Sınıfın komik olarak görünenleri “kraterlerde yapılan araba yarışları mı?” diyerek görevlerini yerine getiriyorlar bir anlamda. Sınıfta, geneli itibariyle okulda böyle gruplar var. Kendi kendilerini adlandırmasalar da çevrelerinin öyle gördüğü ve kendilerinin de öyle görünmek istediği gruplar. Okul gazetesinde çalışan bilmişler, tiyatro oyunu çıkarmaya çalışanlar, siyah giyinip hayattan bıkmış gibi takılanlar, hiç bir gruba dahil olamayanlar, öne çıkanların arkasına saklananlar gibi. Tüm bu çeşitlilik gösteren grupların hepsine birden Rainer, otokrasi hakkında sorular yöneltiyor. “Nereye doğru gider? Nelere yol açar? Sebepleri nelerdir?” türünden sorulara kendi fikirlerini belirten öğrencilerin ardından konu Almanya’da yaşanmış en iyi örneğe – Hitler ve Nazi Almanya’sına – geldikten sonra Rainer tüm filmin en önemli sorusunu soruyor: “Peki bu bir daha yaşanır mı?” Herkes aralarındaki farklılıklara rağmen hemfikirdir: “Artık çok bilinçliyiz. Bir daha böyle bir şey olması mümkün değil.” Rainer bu noktada onlara bu otokratik yönetimin nasıl oluştuğunu anlatmaya başlıyor. Ama sözlerle değil, ne yaptığını fark ettirmeden aslında herşeyin nasıl da masum başlamış olabileceğini yaşatarak.
Öncelikle onlara disiplinin ve itaatin gücünü gösteriyor. Kaykılarak oturulmayacaktır, söz hakkı istemeden ve ayağa kalkmadan konuşulmayacak, sözünü dinledikleri otoriteye (yani kendisine) saygı gösterilecektir. Normalde hiç de kabul ettirilebilecek şeyler gibi görünmemesine rağmen, Rainer disiplinin gücüyle hepsine tek tek nasıl söz dinletebildiğini gösterir. Bu bir anlamda toplumsal eylem ile etkileşimin gücüdür. Önce öğretmenin sözünü dinleyenlerin bireysel güçleri dinlemeyenleri de etkiler ve bu etkileşim ile sınıfın geneli öğretmenin otoritesine uymaya başlar. Sonraki adım kendilerini birleştirecek bir düşünce yaratmaktır. Bu da başka bir grubun olduğunun ve onlara karşı durulması gerektiği düşüncesinin oluşturulması ile mümkündür. Bu yüzden diğer sınıfa – anarşi konusunu işlemekte olan sınıfa – karşı olduklarında anlaşırlar. Bu düşünce onları birleştirir, bir grup oldukları bilincini aşılar. Böylece dışarıda önceki düşünceleri ne olursa olsun, ait olmuş oldukları daha küçük ölçekli gruplar ne olursa olsun, artık birbirlerini diğer gruplardan koruyup kollama, birbirlerine arka çıkma durumuna gelirler.
Diğer adım aradaki farklılıkları ortadan kaldırıp, birey olmaya dair düşünceleri yok etmek ve kendini gruba ait hissetmenin tamamlanmasıdır. Bunun için tek tip beyaz gömlek giyme kararı alınır. Rainer kendilerine bir isim bulmayı önerir. Gömlek, isim derken iş paylaşımıyla simgeler yaratılmaya başlanır: isimlerine uygun bir logo, web sitesi ve en sonunda bir selamlaşma şekli. Simgelerin yaratılması ve kabullenilmesiyle grup artık kendi dışında da hızla yayılan bir güç haline gelir.
            Rainer’in otokrasi konulu derslerine katılan öğrencileri zaman zaman ders dışındaki ve zaman zaman da dersteki hareketleriyle birlikte tanıyoruz. Marco, Rainer’in antrenörü olduğu su topu takımının yıldız oyuncularından biri. Kendi ailesinden hiç memnun olmayan Marco, neredeyse tüm zamanını kız arkadaşı Karo’nun ailesiyle geçiriyor. Onun ailesini mükemmel aile olarak görüyor, Karo’nun babasını neredeyse kendi babası gibi kabul ediyor. Karo’nun ailesi çocuklarını yetiştirmede oldukça özgürlükçü denilebilecek bir yol benimsemişler. Toplumcu olmaktan ziyade daha çok bireyci düşünen ve çocuklarını da toplum içinde birer birey olarak var etmek üzere özgür yetiştirmişler. Bu durum Karo’da biraz kendini içinde bulunduğu her toplulukta öne çıkma, sözünü dinletme ve ezilmiş, sessiz olarak gördüklerine arka çıkma gururu şeklinde kendini göstermekte. Bu yüzden sınıfta yaratılan “Dalga” akımını sorgulamaya başlayanlardan birisi de o oluyor. Marco ise kız arkadaşının bu öne çıkan kişiliğinin ardında kendini geri planda tutmayı tercih eden, kendi düşünmeden onun kararlarına uyarak akışına bırakmayı seçmişken; Dalga ile birlikte kendini bir yere bir düşünceye ait hissetmeye başlıyor. Kendi gücünün ve kendi kararlarının, bu sayede de diğerleriyle – kız arkadaşı dışında anlaşabileceğini keşfettiği diğerleriyle – birlikte hareket ettiğinde hayatının diğer alanlarında da büyük bir potansiyeli olduğunu fark ediyor.
            Sınıftaki herkesin Rainer’in kurduğu bu Dalga’ya tepkisi ve katkısı değişiyor. Tamamen başından itibaren karşı olup, durumun nereye gittiğini fark eden Mona dersi bırakıyor. Bunun yanında ailesi tarafından fark edilmeyen ve gereksindiği ilgiyi göremeyen Tim ise kendini tamamen Dalga’ya kaptırıyor. Dalga, ona daha önce sahip olamadığı kimliği, grubu, saygıyı ve arkadaşları veriyor. Normalde tuhaf görülen, ezik duran, çok çabalamasına rağmen bir türlü istediği arkadaş grubuna dahil olamayan Tim, daha ilk dakikalarında Dalga’nın ve Rainer’in otoritesinin sağladığı güven verici aitlik hissine dört kolla sarılıyor. Film ilerledikçe Dalga’nın en sadık üyesi haline geliyor. Hatta bu anlamda kendini liderin korunmasına adayacak kadar ileri gidebiliyor. Tim’in bu sorgusuz sualsiz itaat etme isteği, büyük oranda ailesinin yarattığı boşluk ve sosyal çevresinde sağlayamadığı ilgisizlikten kaynaklanıyor. Tim karakterinde meydana gelen anominin etkisi kendini filmin sonunda gerçekleşen intiharla gösteriyor. Rainer’in Dalga hareketini sonlandırdığını ifade etmesi üzerine bu öğrencileri birleştiren toplumsal bütünlüğün dağılması, Tim’i de bir anda kendini bağlayan ve ait hissettiren kuralların yıkıldığına inandırıyor. Ağzına dayadığı silahın tetiğini çekerek de anomik intiharın bir örneğini sunmuş oluyor.
            Bu türden hiç bir düşüncesi olmayan sıradan bir öğrenci topluluğunu, böylesi bir şekilde faşizmle yönetilecek kadar bir araya getiren nedenlerin bu açıdan bakıldığında tek tek topluluğu oluşturan bireylerin, kendi kişisel durumlarının ve konumlarının yarattığı etkilerin birbirini tamamlaması ve etkilemesi olduğunu görüyoruz. Tiyatro çalışmalarında arkadaşlarına laf dinletemeyen , otokrasinin gücüne başvuruyor. Kendini geri planda tutan, etliye sütlüye karışmayan, grubun kendine sağladığı gücü ve desteği kullanarak yaptığı sporda başarılı oluyor. Toplumdan ve ailesinden dışlanmış olan, grubun içinde olduğunda kendine bir yer ve dostlar buluyor. Yani bir anlamda, bu bireylerin her birinin kendileriyle birlikte taşıdıkları zaaflar, eksikliğini hissettikleri şeylerin yarattığı boşluklar, hırsları vb. olmasa böyle bir grubun varlığına da ihtiyaç duymayacaklar. Güç timsalinin bile kişisel ezikliği, sonuna kadar karşı olduğu bir yönetim biçimine karşı kendini bırakmasına sebep oluyor. Rainer’in kendini karısına, meslektaşlarına karşı zayıf hissetmesi; öğrencilerin saygısına bayılmasına yol açıyor. Yönettikçe, sözünü dinlettikçe bundan daha çok zevk almaya başlıyor. Sonunda karısının da büyük etkisiyle olanları, yaptıklarının farkına vardığında Dalga’ya son vermek istiyor. Ama böylesi toplumsal hareketler liderlerini kaybettiklerinde bile takipçilerini vazgeçiremediklerinden, o da öğrencilere kendi kendilerine yaptıklarını göstermeye çalışıyor.
            “Dalga” inandığımızın aksine toplumsal birlikteliğimizin bilincimize ya da bildiklerimize bağlı olmadığını, aksine bizi birleştirebilecek ve bu yolla manipüle edebilecek başka normların da olduğunu gösteriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...